Hafıza ve göç nesneleri, sesler ve görüntüler, kurmaca yapıların yer aldığı sergi, toplum belleğinin hafızası gibi.
Geçmişten bulduğumuz bir çanta, bir kalem, bir elbise askısı ya da sesler bizi geçmişe götürebilir. Güneştekin’in sergisi de harflerle ve birçok nesne ile geçmişimize ayna niteliği taşıyor.
Güneştekin ile sergi yolculuğunu konuştuk.
YEDİ FARKLI STÜDYOBu kapsamlı serginin fikir ve oluşum sürecinden bahseder misiniz?
Kayıp Alfabe, şüphesiz sanat hayatımın en kapsamlı sergisi. Son altı yılda ürettiğim farklı disiplinlerden işlerle oluşuyor. Serginin düşüncesi ve kapsamı iki yıl önce oluşmaya başladı.
Bu süre zarfında hem İstanbul’da hem de İstanbul dışında yedi farklı stüdyoda yoğun bir şekilde çalıştık. Artİstanbul Feshane şu anda şehrin en büyük sergi alanı ve orada çalışmak sanat fuarlarından daha büyük bir alanı yönetmeyi gerektiriyor. Ancak hayalimdeki sergi düzenine göre alanın sınırları olduğunu söyleyebilirim ve bazı yerleştirmeler için ölçeği yeniden gözden geçirmek zorunda kaldım. Bunun gibi tarihsel açılımı olan mekânlarda daha da hassas bir çalışma yapmanız gerekir. Çünkü Feshane, kentsel ve simgesel anlamı olan bir fabrika. Endüstriyel bir miras, çelik ve cam fabrika modelinin ilk örneklerinden. Mekânın içindeki çelik yapıyı baskılamayan bir çalışmayla sergileme alanları yaratmamız gerekiyordu. Kendini farklılaştıran ama aynı zamanda bu ayrımları bozan bir mimari tasarım çalıştık. Kavramları tartışan ve karşılaşmalara odaklanan bir sergi yapısı kurguladık. Bu nedenle, izleyicinin bu karşılaşmaları deneyimlemesi, sorular sorabilmesi ve bu karşılaşmaların diğer ucunda ne veya kim olduğunu düşünebilmesi için izleme hızını yeterince yavaşlatan bir sergileme stratejisi uyguladık.
Serginin adı neden “Kayıp Alfabe”?
Alfabenin düşünce çerçevemizi oluşturma gücü beni her zaman büyülemiştir. Dil üzerine çalışmalarıma 2014 yılında Bellek İvmesi sergisiyle başlamıştım. Bu sergimde son derece karışık bir mesele olan alfabe politikalarına, ulusların, kültürlerin ve ideolojilerin spesifik bir harf kümesini belli bir dile atfetme girişimlerine bakarak çalıştım. Burada dillerin buharlaşması ve dilsel ele geçirmelerin neden olduğu kayıplar ve yarattığı travmalarla ilgileniyorum. Anadile yabancı bir alfabenin dayatılması deneyimi de bunların arasında. Kayıp alfabelere dair hassasiyetimi taş ve metal oluşumlarla işlediğim çalışmalar, sergiye adını veren çalışmalar. Metalden oyulan harfler topluluğuyla görsel ve dilsel olanı denge görünümünde tutmaya yönelen, yerleşimleriyle alfabenin inşa edilmiş bir görüntü olduğunun altını çizen işler. Serginin kürasyonunda harfleri aynı zamanda seslerle üst üste göreceksiniz. Alfabelerin sadece dilin formları olmadığını, aynı zamanda içinde şekillendiği başka kültürleri ve başka sesleri de kapsadığını düşünüyorum.
ANI SANDIĞIGöç denilince benim aklıma hemen mübadele geliyor. Sergi göç temasının hangi tarafında, neyi kapsıyor? Göç konusunu, bireysel ve kolektif hafızaların göç olayını ve deneyimini nasıl depoladığını, değiştirdiğini ve işlediğini düşünerek çalışmaya başladım. Bu çalışmalarımda göç nesnelerini kullandım. Göç söz konusu olduğunda her bir nesne, yüzleri ve sesleri hatırlamaya yardımcı olan ve tarihi olaylara tanıklık etmiş bir anı sandığıdır. Bir elbise askısı bile aile tarihinin bir sembolü ve aynı zamanda kişisel bir hafıza depolama aracı olabilir. Bu şekilde, kişisel tarih ve göç deneyimiyle bağlantılı binlerce benzer nesne mevcut. Benim için göçün en belirgin maddi nesnesi, yerinden edilme deneyiminin simgesi, çalışmalarımda da kullandığım bavuldur. Hafıza depolama öğelerini içeren en belirgin nesnedir. Benliğin ve evin dönüşümünün gerçekleştiği bir tür üçüncü alanı veya ara alanı temsil eder. Bu nedenle göçün etnografisiyle ilgilendiğimi söyleyebilirim. Müzelerde ve sergilerde göç nesnelerinin temsillerinin analizinin de çok geniş ve yararlı bir araştırma alanı açabileceğini düşünüyorum.
HAKİKATİ ARAMAYapıtlarınızda geçmişle bugün arasında nasıl bir bağlantı kurulu?
Sanat pratiğim tamamen bakışımla sınırlı salt estetik bir kurgu alanı olmanın ötesinde hakikati arama çabalarımın bir sonucu. Bunun için, tanığı olmayan tarihsel olayların hafızası nerede, kaydedilmemiş olayların arkalarında bıraktığı izler neler gibi asla sormakta vazgeçmeyeceğim sorularım var. Göstermek istediğim şey, tarihe dair makbul görüşleri değiştiren görsel temsillerle kültürel hafızanın nasıl inşa edilebileceği. Şiddet dolu geçmişi inkârcı bir kültürde anacak farklı bir kültürü şekillendirmenin yolunu açmak için hafızaya odaklanmak. Kültürel hafıza, şimdiki zamanda gerçekleşen, geçmişin geleceği şekillendirmeye devam ederken dahi sürekli olarak değişime uğradığı ve yeniden tanımlandığı bir etkinlik. Belirli bir kalıp içerisinde sonsuza dek sabit değil, aksine şekillendirilmeye ve tekrar tekrar müzakere edilmeye açık, kişisel olanla müşterek olanın, geçmiş ile geleceğin kesiştiği noktada duruyor. Oluşmakta olan ve daima “yapım halinde” bulunan bir hafızaya işaret ettiğinden sanat, medya ve kültür kaçınılmaz olarak öncü bir rol oynuyor. Kayıp Alfabe sergisinde yer alan, hafıza ve göç nesneleriyle, metal ve taş oluşumlarla, kitapla, ses ve görüntülerle, kumaşla ve bronzla çalıştığım işler, geçmişi anlamlandırmaya ve etkilemeye yardımcı olduğu gibi onu içinde olduğumuz anda yeniden yazıp kaydetmeye de yarıyor